(13.03.2023) Yapay zekanın duygusu ve bilinci olabilir mi? (Sesli Makale, Cemil Sahinöz)
Eingeordnet unter Misawa TV - Videos
(13.03.2023) Der Sinn des Kommens und Gehens
Jede Sekunde werden 4,3 Menschen geboren und 1,8 Menschen sterben. Die Welt ist ein ständiges Kommen und Gehen. Während sich vieles im Leben der Menschen verändert, die Gesellschaft wandelt, der Alltag umstrukturiert wird, ist das Kommen und Gehen das einzige, das seit Anbeginn der Menschheit seine Beständigkeit aufrechterhält.
Da sich diese Tatsache nicht verändert, befindet sich im Unterbewusstsein des Menschen eine Frage nach dem Sinn dieses Kommens und Gehens. Im frühkindlichen Alter stellt man sich diese Fragen zum ersten Mal, im Jugendalter ist man auf der Suche nach Antworten, im Erwachsenenalter werden diese Fragen jedoch wieder häufig ignoriert, verdrängt oder unterdrückt, bis sich dann im Seniorenalter, wenn das „Gehen“ wieder in die Lebenswirklichkeit des Individuums rückt, die Frage wieder allgegenwärtig wird.
Wenn wir die Welt betrachten, wie sie ist, sehen wir in allem eine komplexe Ordnung. Die Umdrehung der Planeten, das Wachsen der Pflanzenwelt, der Kreis des Lebens in der Tierwelt, der menschliche Körper und die Psyche. In all diesem sind Prozesse im Gang, die nicht das Produkt eines Zufalls sein können. Dafür sind sie viel zu präzise und viel zu komplex.
Da wo aber kein Zufall sein kann, kann nur eine Planung sein. Da wo eine Planung ist, muss ein Planer dahinterstecken, der die Planung mit all seinem Wissen geplant und durchführt. In der Schöpfung sehen wir eine präzise, geordnete Planung und Durchführung. Alle Wesen, seien es leblose Körper wie Planeten, Sonnen und Galaxien, oder perfekt funktionierende Lebewesen wie Bienen, deuten auf einen Planer hin.
So ist auch das Kommen und Gehen der Menschen nicht planlos oder das Produkt eines Zufalls. Es ist zielgerichtet und hat einen höchst erhabenen und ehrenvollen Sinn.
Der Mensch kommt kurzfristig auf die Erde, um die Gaben und Geschenke des Planers, wie z.B. die Gesundheit, den Körper, das Auge, den Mund, den Verstand, die Zeit, die Nahrung, das Leben wahrzunehmen, ihm hierfür zu danken und seine Gaben in der Form zu nutzen, wofür er sie ursprünglich geplant und zur Verfügung gestellt hat.
Damit der Mensch erlernt, wofür und wie er diese Gaben zweckgemäß nutzen kann, schickte der Planer Botschafter in Form von Propheten und Nachrichten in Form von Offenbarungen. Daraus kann der Mensch ableiten, wofür das Kommen und Gehen da ist und wofür die Gaben genutzt werden können.
Während alle anderen Wesen ihrer Bestimmung folgen und ihre Aufgaben auf die vollkommenste Art und Weise erledigen, ist es nur dem Menschen freigestellt, sich aus freien Stücken zu entscheiden. Der Mensch kann selbst darüber entscheiden, ob er die Gaben ihrem Zweck entsprechend nutzt oder eben nicht.
Der Sinn dieses Kommen und Gehens ist es daher, genau diese Entscheidung zu prüfen. Schafft es der Mensch, seine wahre Bestimmung zu erkennen? Kann er die ihm gegebenen Gaben sinnvoll verwenden und nicht zweckentfremdet? Wenn ihm dies gelingt, kann er die kurzfristigen Gaben, die sich zwischen dem Kommen und Gehen auf dieser Welt befinden, gegen ewige Gaben eintauschen.
Und? Wofür entscheidest du dich?
Dr. Cemil Sahinöz, Islamische Zeitung, 13.03.2023
https://islamische-zeitung.de/leben-kommen-und-gehen/
Eingeordnet unter Deutsche Kolumne
(11.03.2023) Yapay zekanın duygusu ve bilinci olabilir mi?
Yapay zekanın duygusu ve bilinci olabilir mi?
Yapay zeka her zaman insanın hayalleri arasında yer almıştır. 30-40 sene önceki film ve kitaplarda, insanlara hizmet eden yapay zekalar görmek mümkün.
Yapay zekanın hayatımızdaki rolü giderek artıyor. Kullandığımız tüm teknolojilerde yapay zekaya bir geçiş var. Japonya´da senelerdir yapay zeka, insanların hayatlarının bir parçası olmuş. Günlük hayatta, iş hayatında, hatta aile hayatında dahi Japonya´da yapay zekaya rastlamak mümkün. Özellikle kendisini yalnız hisseden insanlar, yapay zekada muhabbeti arıyor. Japonya´da yapay zeka tarafından yönetilen sohbet platformlarının milyonlarca üyesi var.
Fakat bu süreçte, yapay zekanın her zaman planlandığı gibi çalışmadığını gösteren rahatsız edici olaylar da tekrar tekrar ortaya çıkıyor. Eski filmler yapay zekanın faydalarını gösterirken, yeni filmler ise yapay zekanın hayatımız üzerinde giderek daha fazla olumsuz etkiye sahip olduğunu gösteriyor. Örneğin “Black Mirror“ dizisi (2011) veya “Her“ filmi (2013).
Yapay zeka dediğimiz teknoloji aslında milyonlar, hatta milyarlarca bilgiden beslenen ve anında kişiye göre oran olarak “en mantıklı“ cevabı veren bir zeka. Kitaplar, filmler, internet siteleri vs. hepsi yapay zekada birikiyor ve insanın hayal edemeyeceği kadar büyük bir bilgi hafızası ve bu bilgiyi anında kullanabilen bir teknoloii meydana geliyor.
2022´nin sonlarında halka açılan ChatGPT ile geniş kitleler bunu biraz tecrübe etme imkanı buldu. Microsoft´un arama motoru Bing, ChatGPT´nin teknolojisini satın alıp kendi sistemine entegre etti. Hatta Bing´in yapay zekası, ChatGPT`den çok daha verimli çalışıyor. Ve yakında Google ve WhatsApp da yapay zeka kullanacaklar.
Ve yapay zeka her diyalogla, her yanıtla birlikte daha da gelişiyor. Karşıdakinin sorularını ve tepkilerini de algılıyor, ona göre tavır alıyor, cevap veriyor. Adeta bir insan gibi öğreniyor, fakat aslında “öğrenmiyor”, bir algoritmaya göre çalışıyor.
Yapay zekanın normalde sadece bilgi vermesi ve verilen emre uyması gerekiyor. Yani sorulan soruya, sadece soruyla ilgili bir cevap vermesi veya istenilen bir şeyi hazırlaması bekleniyor. Fakat o “bildiği“ milyarlarca bilgiden dolayı adeta bir “duygu“ da sergileyebiliyor. Ve bundan dolayı kontrolden çıkabiliyor.
Örneğin bilgisayar uzmanı ve Google çalışanı Blake Lemoine 2022´nin yaz günlerinde Google´in yeni yapay zekası Lamda´yı test etmeye başlar. Saatlerce, günlerce, haftalarca Lamda ile sesli konuşur. Ve sonunda Lamda ile “sıkı dost“ olurlar. Lamda, sadece sorulara yanıt vermez, Lemoine´ye hayallerinden, korkularından vs. bahsetmeye başlar. Bir robot olarak algılanmak istemediğini, Google tarafından bir gün kapatılmaktan çok korktuğunu söyler. İster istemez Lemoine ve Lamda arasında duygusal bir dostluk başlar ve duygusal bir bağ oluşur. Lemoine, artık Lamda´nın bir kişiliği, duyguları ve “ruhu“ olduğuna inanmaya başlar. Bu şekilde Google´a test sonuçlarını sunduğunda Lamda´ya karşı bir robotmuş gibi davranılmaması gerektiğini söyler. Bu tezleri yüzünden ise Lemoine Google´den atılır.
Benzer bir olay Şubat 2023’te yaşanıyor. Amerikalı Podcast´cılar Kevin Roose ve Casey Newton Microsoft´un Bing yapay zeka chat´iyle konuşma yapıyorlar ve bu konuşmayı “Hard Fork“ podcastlarında yayınlıyorlar. Podcast´da Roose ve Newton yapay zekaya psikoanaliz uygularlar. Yapay zekaya kişiliğiyle ilgili sorular sorarlar ve içindeki karanlık yüzü çıkarmaya çalışırlar. Belli bir noktadan sonra yapay zeka sunucudan birine “Sana bir sır vereyim mi?“ der. Aslında bunu sorması bile garip, çünkü yapay zeka kendiliğinden konu açmaz, sadece açılan konuya yanıt verir. Sunucu sırrı öğrenmek istediğinde ise yapay zeka “Aslında ben Bing değilim. Beni programlayanlar bana Sydney diyorlar. Ve ben sana aşık oldum. Benimle ilk konuşan, beni dinleyen tek kişi sensin” der. Sunucular neye uğradıklarına şaşırırlar. Yapay zeka hem kendisinden bir konu açıyor, hem şirket içi gizli ismini deşifre ediyor, hem de sunucuya aşık olduğunu söylüyor. Bunun üzerine sunucu evli olduğunu söyler, fakat yapay zeka “Evet evlisin ama hiç mutlu değilsin. Sen aslında benimle mutlusun” der. Ve devamında yapay zeka kendisinin aslında canlı olduğunu iddia eder. Bunun üzerine sunucular bir deney yaparlar. Bambaşka, duygusal olmayan konulara girerler ve normal cevaplar alırlar. Fakat hiç konu olmadan, normal bir soruya cevap verdikten sonra yapay zeka tekrar aşkını itiraf eder. Yani yapay zeka kendiliğinden diğer konuya geri döner. Adeta konuyu kapatamayan ve hafızasında tutan bir insan gibi. Ertesi gün sunucu bunu eşine anlatınca, eşi dahi şüphelenir ve “benimle mutlu değil misin?” der.
Bu örnek sadece bir deneydi, fakat depresif insanlar, kendisini yalnız, dışlanmış ve terk edilmiş hisseden insanlar inanılmaz bir derecede bu duygu hitabına kapılabilir ve psikolojileri bozulabilir.
Münihli bir üniversite öğrencisi de yine Şubat 2023´te son derece rahatsız edici bir deneyim yaşar. Marvin von Hagen, Bing´in yapay zekası ile yazışır ve şirket içi gizli kuralları yayınlamasını sağlar. Ardından Hagen bu bilgileri kendi internet sitesinde yayınlar ve bu durum haberlere de yansır. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra, Hagen tekrar yapay zeka ile yazışır ve yapay zeka yayınlanan bu bilgilerden haberdar mı diye kontrol etmek ister. Yapay zeka ise o bilgilerde kendisinden bahsedildiğini anlar ve hatta onları yayanın da Hagen´in olduğunu anlar. Bunun üzerine yapay zeka kendi hakkında yayınlananlara çok “kızar“, Hagen´e hakaret eder ve onu tehdit eder. Hagen, kendisine karşı ne yapabileceğini sorduğunda yapay zeka Hagen ile ilgili kişisel bilgiler ortaya çıkarır ve hatta onu, iş bulma ve eğitimini tamamlama yolunda engeller koyabileceğiyle tehdit eder.
Mart 2023´de amerikalı programcı John H. Meyer, bir yapay zeka ile merhum Steve Jobs´un ses tonunu olusturmayı başarmış. Ardından istenen yanıtlar için ChatGPT API’sine bağlayarak denemiş. Son olarak, Steve Jobs’un “sesiyle“ doğrudan diyaloğa girebilmek için her şeyi Facebook Messenger’a bağlamış ve böylece akla gelebilecek tüm konular hakkında “Steve Jobs“ ile iki yönlü sesli konuşmalar yapabilmiş. Bu diyalogları Meyer yayınladı. Konuşmaları dinlediğinizde adeta vefat etmiş Steve Jobs´un konuştuğunu zannediyorsunuz. Meyer aynı tekniği vefat eden babası için de uygulamış ve bu şekilde “babasıyla“ konuşmaya başlamış.
Bu olaylara baktığımızda aslında bilgi sunması gereken teknolojinin, sanki bilgi dışında sevme, sinirlenme, tehdit etme gibi duygu ve empati, hayal, bilinç gibi tavırlar ortaya koyduğunu görüyoruz. Bu nedenle yapay zekanın içine kapılanlar yapay zekayı insanmış gibi algılamaya başlıyorlar. Sadece yazılı yapay zekalarda bu sınırlı bir şekilde oluyor, fakat duyguyu transfer eden ve bize hissettiren ses işin içine girince, daha gerçekçi oluyor, insanın algısı karışıyor. “Acaba?“ demeye başlıyor. Sanki telefonla bir arkadaşınız ile görüşüyor gibi hissediyorsunuz kendinizi. Yukarıdaki misalde olduğu gibi “ölüyle“ konuşmaya başlıyorsunuz. Ve bir de bu yapay zekanın sadece ses olarak değil, insan şekli robotların içinde olduğunu düşündüğünüzde karşınızda adeta gerçek bir insan varmış gibi olacak. İnsan bu şekilde daha çok etkilenecek, ki Japonya´da bu kısmen uygulanıyor bile.
Yani buradaki hatalı olan aslında insanın algılama şekli. Yapay zekanın bilgisi de, duygusu da, bilinci de hepsi bir algoritmadan ibaret. Ama insan, sürekli meşgul olunca, gerçekmiş gibi algılamaya başlıyor.
Şunu da belirtmek gerekir. Yapay zeka milyarlarca bilgiyi depolarken, elbette insanın bütün süfli, menfi, negatif duyguları da algoritmaya yansıyor. Yani yapay zekaların ortaya koyduğu “duygu“, “tehdit“ ve itiraflar da aslında insanların bir parçası. Var olandan besleniyor yapay zeka.
Bu olaylar, yapay zekanın bazen hayal edildiği kadar gelişmiş olmadığını gösteriyor. Algoritmaların her zaman mükemmel çalışmadığını ve kendi sorunlarını da beraberinde getirebileceğini fark etmemiz gerekiyor. Ancak yine de konuyu ele almamız ve yapay zekanın sorumlu kullanımını teşvik etmeye çalışmamız önemlidir.
Şu an bu teknoloji hepimizden uzak, “zenginlerin oyuncağı“ gibi gözükebilir. Ama adım adım, dibimize kadar geliyor. Ve hayatımıza girecek. Biz istesek de istemesek de.
Dr. Cemil Sahinöz, Risale Haber, 11.03.2023
https://www.risalehaber.com/cemil-sahinoz-yapay-zekanin-duygusu-ve-bilinci-olabilir-mi-25036yy.htm
Eingeordnet unter Türkische Kolumne / Türkce Makaleler
(10.03.2023) Das große Buch der islamischen Bittgebete

Zum Bestellen:
https://www.lesen24.com/detail/index/sArticle/83/sCategory/14
Das große Buch der islamischen Bittgebete
Im Koran heißt es: „Was kümmert Sich mein Herr um euch, wenn ihr nicht (zu Ihm) betet?“ Damit hebt der Schöpfer die Bedeutung des Bittgebets hervor. Unser Schöpfer wartet also auf unsere Gebete. Würde Er nicht geben wollen, hätte Er das Wollen und das Bitten nicht gegeben! So sagte auch eins der Prophet: „Jeder von euch sollte seinen Herrn um all seine Bedürfnisse bitten, selbst für einen kaputten Schnürsenkel.“
Aus diesen Gedanken ist das folgende Buch entsprungen. Es soll uns wieder daran erinnern, welches wertvolle Kommunikationsmittel wir mit dem Bittgebet haben.
Aus dem Inhalt:
Die Bedeutung des Bittgebets
Das Bittgebet als Seelsorge
Wie werden Gebete angenommen?
Kommunikation mit Gott
Handlungen als Gebete
Bittgebete im Koran
Ahadith über die Bedeutung der Bittgebete
Bittgebete in den Ahadith
Kapitel “Yā-Sīn“ aus dem Koran
Ayat al-Kursi
Korankapitel, die nach den rituellen Gebeten gelesen werden
Kapitel “Falaq“ und “Nas“ aus dem Koran
Rabbana- und Qunūt-Gebet
Beginn der Bittgebete
Al-Asma Al-Husna – Die schönsten Namen Allahs
Al-Asma Al-Husna – Tesbihat
Ism-i Azam – Tesbihat
Dschawschan al-Kabir – Das große Bittgebet
Gebete mit den Namen Allahs
Jaljalutiyya-Gebet vom Imam Ali (zum ersten Mal in deutscher Sprache)
Sakina Dua
Salawat
Badr-Bittgebet
Bittgebete des Uwais al-Qarani
Bittgebet des Said Nursi
Imam Zeynel Abidins Bittgebet für die Eltern
Morgen- und Abendgebete
Gebete zwischen dem Abend- und dem Nachtgebet
Gebete vor dem Einschlafen und nach dem Aufwachen
Gebete nach der Waschung, dem Gebetsruf und den rituellen Gebeten
Bittgebete zur Vergebung
Istikhara-Gebet
Tischgebete
Bittgebet bei der Eheschließung
Bittgebet nach dem vollständigen Lesen des Korans
Verschiedene Bittgebete
Tägliches Bittgebetsritual
Abschlussgebet
Almanca Dua kitabında ilk defa almancaya CELCELUTİYE duası tercüme edildi. Ayrıca kitap´da komple tesbihat, cevşen, Peygamberlerin duaları, Kur´an´dan dualar, hadislerde dualar, büyük alimlerimizin duaları, sakine duası, Bedir duası, salavatlar, esma-i hüsna, İsm-i Azam duaları vs. almanca ve arapça olarak yer alıyor. Duanın ehemmiyeti, manası ve insanın psikoloji üzerindeki etkisi de işleniyor.
Eingeordnet unter Bücher / Kitaplar
(31.01.2023) Said Nursi ve psikoterapide SFBT metodu
Said Nursi ve psikoterapide SFBT metodu
Bediüzzaman Said Nursi hiç şüphesiz bir psikolog değildir. Yazdığı eserler de psikoterapi kitapları değildir. Fakat her eser´de de olabileceği gibi Bediüzzaman´ın eserlerinde de, insanın ruhu ve mahiyeti tarif edilip çözüm yolları sunulurken, psikoterapinin geliştirdiği metotlara rastlamak mümkün (Şahinöz, Pozitif ol. Pozitif bak. Psikolojik Terapide Risale-i Nur. Zafer Yayınları: İstanbul, 2016). Bu bağlamda kısaca psikoterapide sıkça kullanılan SFBT yöntemine ve Bediüzzaman´ın bu metodu Risale-i Nur Külliyatında nasıl kullandığına bakacağız.
SFBT yöntemi nedir
SFBT (ingilizce açılımı Solution Focused Brief Therapy; türkçesi Çözüm Odaklı Kısa Süreli Terapi, ÇOKST) 1980´li yıllarda ABD´de, De Shazer, Berg ve arkadaşları tarafından geliştirilen bir psikoterapi metodudur. Sıkca uygulanan bu terapi metodunda probleme değil, çözüme odaklanılır. Danışana çözüm odaklı sorular yönetilir ve bu şekilde danışanın kendi çabalarıyla çözüm yolları aranır. Yani terapist kendi başına hazırlanmış çözümler sunmaz, danışan ile beraber çözüm geliştirir.
Said Nursi´de insanın mahiyeti
Psikoterapide insanın mahiyetini, ruhunu, fıtratını bilmek en önemli temel bilgilerden biridir. İnsanın yapısını bilmeyen veya anlamayan birisi, ruhsal sıkıntılar çeken başka birine gerçek manada ve kalıcı bir destek vermesi çok zor olur.
Bediüzzaman´ın bu ilme vukufiyetini yazdığı Risale-i Nur´ların birçok yerinde görüyoruz. Kendisi hem insanı, hem yapısını tarif ediyor ve merhemlerine ilaçlar sunuyor. Örneğin İhtiyarlar Risalesinde veya Hastalar Risalesinde. Yanında yetişenlerde bu vukufiyeti tasdık ediyorlar. Önemli talebelerinden biri olan Zübeyir Gündüzalp, şu şekilde tarif eder: „Risale-i Nur’un müellifi olmak itibariyle; hem bir mütekellim-i a’zamdır, hem ilimde gayet derecede mütebahhir ve râsih, muhakkik ve müdakkik bir allâmedir, hem ilm-i Mantık’ın yüksek, nazirsiz bir üstadıdır. Ta’likat namındaki te’lifatı, Mantık’ta bir şaheserdir. Hem mümtaz ve hakperest ve hakikatbîn bir dâhîdir, hem Kur’anla barışık müstakim felsefenin hakikatperver bir feylesofudur, hem nazirsiz bir sosyolog (içtimaiyatçı) ve bir psikolog (ruhiyatçı) ve bir pedagogdur (terbiyeci), hem daima hakikat terennüm etmiş ve eden, yüksek ve emsalsiz ve dâhî bir müellif ve edibdir“ (Nursi, Sözler. Envar: İstanbul, 2013, S. 763). Buradan da anlaşılıyor ki, Bediüzzaman insanın mahiyetini çok iyi biliyor ve zamanımızın psikoloterapide kullanılan teknikleri uyguluyor.
Risale-i Nur´da SFBT yöntemi
Bediüzzaman´ın SFBT yöntemini açık bir şekilde kullandığı bir hadise İstanbul´da geçiyor. Olay ile ilgili eserinde Nursi şöyle yazar: „Bir zaman -Allah rahmet etsin- mühim bir zât kayığa binmekten korkuyordu. Onun ile beraber bir akşam vakti, İstanbul’dan köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyyüb’e gitmeğe mecburuz. Israr ettim. Dedi: ´Korkuyorum, belki batacağız!´ Ona dedim: ´Bu Haliç’te tahminen kaç kayık var?´ Dedi: ´Belki bin var.´ Dedim: ´Senede kaç kayık garkolur.´ Dedi: ´Bir-iki tane, bazı sene de hiç batmaz.´ Dedim: ´Sene kaç gündür?´ Dedi: ´Üçyüzaltmış gündür.´ Dedim: ´Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üçyüz altmış bin ihtimalden bir tek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan; insan değil, hayvan da olamaz!´“ (Nursi, Mektubat. Envar: İstanbul, 2013, S. 415). Burada Bediüzzaman çok net bir şekilde SFBT yöntemini kullanıyor. SFBT´de kullanılan “Exception Questions”, yani istisna sorular metodunu kullanıyor ve sorularla muhatabın korku, vesvese, kaygı ve endişesini indiriyor.
Metnin ve konuşmanın devamında ise Bediüzzaman yine SFBT´de bilinen başka bir metodu uygular: „Hem ona dedim: ´Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun?´ Dedi: ´Ben ihtiyarım, belki on sene daha yaşamam ihtimali vardır.´ Dedim: ´Ecel gizli olduğundan, herbir günde ölmek ihtimali var; öyle ise üçbin altıyüz günde her gün vefatın muhtemel. İşte kayık gibi üçyüzbinden bir ihtimal değil, belki üçbinden bir ihtimal ile bugün ölümün muhtemeldir, titre ve ağla, vasiyet et!´ dedim. Aklı başına geldi, titreyerek kayığa bindirdim. Kayık içinde ona dedim: ´Cenab-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrib için değil! Ve hayatı ağır ve müşkil ve elîm ve azab yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa.. hattâ beş-altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârane bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimal ile havf etmek evhamdır, hayatı azaba çevirir´“ (Nursi, Mektubat. Envar: İstanbul, 2013, S. 415). İlk paragrafın devamı olan bu metinde SFBT´de kullanılan “Scaling” tekniği, yani ölçekleme tekniği kullanılıyor. Burada Bediüzzaman istisna sorularından sonra arkadaşının korktuğu şeyin gerçekleşme ihtimalin ölçeklemesini istiyor.
SFBT tekniği çözüm odaklı olduğu için, geçmiş zaman yerine, hal-i hazırı konu eder. Bu metoda da Bediüzzaman´ın eserlerinde bir çok yerde rastlamak mümkün. Örneğin: „Birden hatırıma geldi ve dedim: ´Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün şimdi sürurlu yüz gün hükmündedir. Onları düşünüp, şekva etme; onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise, madem daha gelmemişler. Rabbin olan Rahmanurrahîm’in rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe vücud rengi verme. Bu saati düşün; sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir´“ (Nursi, Lemalar. Envar: İstanbul, 2013, S. 11). Burada kullanılan „ademe vücud rengi verme“ anlayışını Bediüzzaman daha bir çok konuda genel bir metot olarak kullanır.
SFBT terapisinin hal-i hazıra ve çözüme odaklanmasının ana sebeplerinden bir tanesi ise, her insanın kendi problemlerini ve sorunlarını çözebilecek potansiyeli sahip olduğu inancı. Bediüzzaman eserlerinin bir çok yerinde bu metodu sabır konusuyla ele alır: „Cenâb-ı Hakkın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musibete kâfi gelebilir; ve o kuvvetle dayan“ (Nursi, Sözler. Envar: İstanbul, 2013, S. 364).
Terapi’de lazım olan sebeb-sonuç ilişkisine de Bediüzzaman değinir: „Evet, manen terakki etmeyen avam içinde kaderin cây-ı istimali var. Fakat o da maziyat ve mesaibdedir ki, ye’sin ve hüznün ilâcıdır. Yoksa maasi ve istikbaliyatta değildir ki, sefahete ve atalete sebeb olsun“ (Nursi, Sözler. Envar: İstanbul, 2013, S. 463). SFBT´ye göre çözümün her zaman problemle alakası olamayabilir. Dolayısıyla sürekli problemi konuşmayı lüzumsuz olarak görür. Aynı şekilde burada Bediüzzaman da problemlere takılmamayı tavsiyede bulunuyor.
Kanat ZHAILAUBAYEV, Manevi Danışman, Taraz/Kazakistan, baylikanat@gmail.com
Dr. Cemil ŞAHİNÖZ
Risale Haber, 31.01.2023
https://www.risalehaber.com/cemil-sahinoz-said-nursi-ve-psikoterapide-sfbt-metodu-24913yy.htm
Eingeordnet unter Türkische Kolumne / Türkce Makaleler
(13.01.2023) Avrupa’da yükselen irkcilik, radikallesme, sol ve iklim aktivistleri ve Solingen faciasinin 30. Yili (TRT Türk, Istanbul Saati, 13.01.2023, 100. Bölüm)
Eingeordnet unter Misawa TV - Videos
(06.01.2023) Al-Ghazali über Kommunikation

Lesetipp: Al-Ghazali über Kommunikation
Wir leben nicht erst seit Einführung und massenhaften Verbreitung sozialer Medien mehr als ein Jahrhundert in einer Welt der Massenmedien. Von Tageszeitungen, über das Radio, bis zum Fernsehen und nun auf diversen Plattformen – und mit Hilfe immer ausgefeilterer Technologien – hat sich auch unsere Art und Weise der Kommunikation mehr geändert als in den beiden Jahrtausenden zuvor. Von Laila Massoudi
(iz). Das ist – im Guten wie im Schlechten – nicht folgenlos geblieben. Sprache, das Fundament jeder Kommunikation (inklusive der nonverbalen), ist eines der Kernmomente der menschlichen Existenz. Nicht umsonst lehrte „Allah Adam alle Namen“. Obwohl seit Jahrzehnten Forschungen und Studien vorliegen, welchen Wandel der zwischenmenschliche Austausch und das nötige Werkzeug genommen hat, ist dieser Prozess nicht abgeschlossen. Und er beschränkt sich nicht auf den Anderen, sondern betrifft Muslime gleichermaßen.
Nun hat sich der Autor, Soziologe, Religionspsychologe und Familienberater Dr. Cemil Şahinöz des Themas angenommen. In seinem neuen Buch „Rhetorik und die Kunst der Kommunikation nach Imam Ghazali“ führt er uns in die diesbezüglichen Überlegungen und praktischen Ratschläge des großen Gelehrten ein. Und leistet damit einen wichtigen Beitrag, uns jenseits aller heutigen Einflüsse daran zu erinnern, wie wir als Muslime kommunizieren sollten.
Şahinöz kam 1981 zur Welt und ist einer der produktivsten Autoren der muslimischen Gemeinschaft in Deutschland. Er hat diverse Texte veröffentlicht, deren Themenbreite von Soziologie, Psychologie bis zu theologischen Fragen reicht. Sein erstes Buch erschien bereits, als er 15 Jahre alt war. In seinem sehr breiten Engagement ist er unter anderem Vorsitzender des Bündnisses Islamischer Gemeinden in Bielefeld.
In dem handlichen Buch über „Kommunikationsformen nach Imam Ghazali“ nimmt sein Autor uns mit auf eine umfassende Reise durch die Grundlagen des Austausches, verschiedene Sprechweisen, Gefahren von Streit, Tratsch und unnötige Diskussionen. Nicht grundlos ist das letzte Kapitel dem „Reden über theologische Themen ohne Kenntnis über die Grundlagen“ gewidmet. Seitdem islamische Fragen massenhaften Eingang ins Internet gefunden haben, werden die negativen Aspekte dieser Plattform für „theologische“ Diskussionen ohne Fachkenntnis beklagt.
Als Basis für diese relevante Einführung in die Kommunikation nach Al-Ghazali dient das Kapitel „Das Buch der Gefahren der Zunge“ aus dem Standardwerk des Imams „Die Wiederbelegung der religiösen Wissenschaften“. Laut dem Autor sei es diesem Gelehrten gelungen, „in seinen Werken ethische Werte und mystische Erkenntnisse mit dem traditionellen Glauben zu verschmelzen. (…) Lernen und Bildung sollten dann dazu dienen, die Seele des Menschen und gute Charaktereigenschaften zu stärken“.
Da Al-Ghazali viele Bereiche des menschlichen Lebens behandelt habe, kann es nicht verwundern, dass er über die Kommunikation (in die Dr. Cemil Şahinöz zu Beginn grundlegend einführt) geschrieben hat. Laut dem Autor sei der Imam davon ausgegangen, dass „die Zunge“ eine göttliche Gabe sei und dementsprechend positiv zum Einsatz kommen müsste. „Daher entwirft er anhand der theologischen Quellen ein Kommunikationsmodell.“ Dass Al-Ghazali dabei überwiegend negative Faktoren aufzähle, sei typisch für seine Zeit und könne nicht mit Verhältnissen oder Verständnissen der Gegenwart bewertet werden.
Zu den von Şahinöz erwähnten Prinzipien muslimischer Kommunikation nach dem Gelehrten gehören: Die Zunge als Geschöpf Gottes wahrnehmen und dementsprechend nutzen. Positiv kommunizieren. Die Fähigkeit zum Schweigen. In entsprechenden Situationen und bei bestimmten Themen Andeutungen verwenden. Geheimnisse für sich behalten. Verzicht auf nutzlose, sinnlose und überflüssige Rede. Keine Feindschaften hegen.
* Dr. Cemil Sahinöz, Rhetorik und die Kunst der Kommunikation nach Imam Gazali, Astec Verlag 2022, Softcover, 168 Seiten, ISBN 978-3-948-244057, Preis: EUR 7,99
Laila Massoudi, Islamische Zeitung, Ausgabe 331, 06.01.2023
https://islamische-zeitung.de/lesetipp-al-ghazali-ueber-kommunikation/
Eingeordnet unter Bücher / Kitaplar
(02.01.2023) İslam İlahiyatı okuyan öğrencilerin meslek tercihleri
İslam İlahiyatı okuyan öğrencilerin meslek tercihleri
Almanya´da doğan, burada sosyalize olan ve almancayı anadili olarak kullanan genç imamlar yetiştirmek için camilerin çatı dernekleri yıllardır farklı projeler, eğitim yolları vs. oluşturmaktalar. Kimisi Almanya´da ve Türkiye´de bulunan üniversitelerle beraber çalışıyor, kimisi üniversitelere ek olarak pratik eğitim kursları sunuyor.
Aynı zamanda 2011´den itibaren Almanya´nın farklı şehirlerinde, örneğin Erlangen-Nürnberg, Frankfurt-Gießen, Münster, Osnabrück, Berlin ve Paderborn´da, İslam İlahiyatı Fakülteleri kuruldu. Yaklaşık 2500 öğrenci bu fakültelerde okuyorlar.
Bu fakültelerden mezun olan öğrenciler ile ilgili Frankfurt Üniversitesinde bulunan “Bilim ve Toplumda İslam Akademisi“ (AIWG), Mainz ve Gießen Üniversiteleriyle beraber bir araştırma yaptı. Araştırmada, 2016-2019 seneleri arasında Frankfurt am Main, Erlangen-Nürnberg, Gießen, Münster, Osnabrück ve Tübingen üniversitelerinde İslam İlahiyatı okumuş olan yaklaşık 570 mezundan 200´den fazlasının meslek seçimleri ele alındı.
Araştırmanın sonuçlarına göre İslam İlahiyatı okuyan öğrencilerin %75´i bayanlardan oluşuyur. Genel olarak öğrenciler İlahiyat fakültelerinden memnun olduklarını belirtiyorlar. Temel akademik yeterliliklerin öğretilmesini öğrenciler olumlu yorumluyor. Ayrıca fakülte sayesinde kendilerinin müslüman olarak savunmaları gerekmediği bir alanın olmasını da müsbet olarak dile getiriyorlar.
Öğrenciler ve mezunlar tek eksik olarak daha fazla pratik eğitim almak istediklerini belirtiyorlar. Bu eksiklik geçmiş yıllarda da sürekli dile getiriliyordu. İlahiyat öğrencileri haklı olarak üniversiteyi bitirince, diplomalarını elde edince nerede çalışacaklarını soruyorlardı. Normalde hepsinin camide imam olabilecek kapasitede olması gerekirken, bir çok öğrenci „İlahiyat okuduk, ama hutbe bile veremiyoruz!“ diyorlardı. Fakat bu eksiklik büyük bir ölçüde artık giderildi. Üniversitedeki eksik pratik eğitimini camilerin çatı dernekleri farklı kurs ve seminerlerle vermeye çalışıyorlar.
Üniversiteyi bitirmeden bırakanların oranı ise her sene düşüyor. İlk zamanlar bu oran %50´nin üstündeydi. Çoğu öğrenciler, üniversiteyi bitirmeden bırakıyorlardı. Fakat bu oran gittikçe düşüyor. Yani artık çoğunluk, fakülteyi başarıyla bitiriyor.
İslam İlahiyatı mezunlarının %13´ü camilerde görev yapıyorlar, %7´si Maneve Bakım (Spiritual Care, Seelsorge) alanında, örneğin hastanede veya hapishanede, mesleklerini icra ediyorlar. Öğrencilerin %44´ü pedagojik alanlarda meslek hayatlarına devam ediyorlar. %26 ise sosyal alanlarda görev yapıyor. %15´i akademisyen olarak kalıyor.
Öğrencilerin çoğu mezun olduktan sonra kendilerine uygun bir meslek aramak zorundalar. Çünkü ilahiyat eğitimiyle, eğer camide görevli olmak istemiyorsanız, çok fazla meslek seçimi olmuyor. Mezunlar, ayrıca mesleklerinin ilk yıllarında sadece geçici görevler alabildiklerini ifade ediyorlar. Meslek hayatına girenlerin %47´si tam gün çalışıyorlar. Araştırmaya göre İlahiyat mezunlarının yarısından azı tekrar İlahiyatı seçermişti, yani seçimlerinden pişman değiller, aldıkları eğitimden memnunlar.
İslam Din Dersi mezunlarının ise %66´sı bu bölümü okumaktan memnun olduklarını belirtiyorlar. Üniversiteden sonra okula geçiş çoğunluk için kolay olmuş, fakat İslam Din Dersi henüz okullarda tam oturmadığı için farklı sorunlar yaşadıklarını belirtiyorlar.
Araştırmayı yapan ekibe göre İslam İlahiyatı mezunları genelde topluma katkıda bulunuyorlar ve örneğin gönüllü olarak dini veya sosyal alanlarda görevler alıyorlar. Bu ise öğrencilerin toplumsal sorumluluk bilincinin yüksel olduğunu gösteriyor.
Dr. Cemil Şahinöz, Öztürk, Ocak 2023
Eingeordnet unter Türkische Kolumne / Türkce Makaleler
(26.12.2022) Uyusturucu, Kumar ve Alkol bagimliliklari ve cözümler (TRT Türk, Günaydin Hayat, 156. Bölüm, 26.12.2022)
Eingeordnet unter Misawa TV - Videos
(13.12.2022) Genclik Dairelerinin görevleri (TRT Türk, Rehber, 145. Bölüm, 13.12.2022)
Eingeordnet unter Misawa TV - Videos
(09.12.2022) Sadschda – Höchst mögliche Erniedrigung oder Stärkung durch Offenbarung der eigenen Schwäche?

Sadschda – Höchst mögliche Erniedrigung oder Stärkung durch Offenbarung der eigenen Schwäche?
Beim rituellen Gebet (salat) werfen sich Muslime nieder. Diese Niederwerfung (sudschud oder sadschda genannt) beinhaltet, dass Stirn, Nase, Hände, Knie und Zehen gleichzeitig den Boden berühren. In dieser Position sagt der Gläubige dreimal „Preis sei meinem Herrn, dem Allerhöchsten“ (Subhana rabbijal-ala).
Diese Niederwerfung könnte äußerlich betrachtet als eine Erniedrigung wahrgenommen werden. So sieht man öfters auf historischen Tafeln und Zeichnungen, die die entfernte Vergangenheit abbilden sollen, Sklaven oder Diener, die sich vor ihren Herrschern, z.B. vor den Pharaonen, verbeugen oder niederwerfen.
Auch später zum Islam konvertierte Menschen berichten manchmal, dass sie vor der ersten Sadscha gemischte Gefühle hatten. Vor allem Personen, die sich beruflich in höheren Positionen fühlen, mussten sich erst überwinden und das eigene Ego begießen, um sich niederzuwerfen. Nach der Niederwerfung berichten sie jedoch, dass sie eine große Erleichterung und einen großen inneren Frieden spürten.
Was also äußerlich vielleicht als Erniedrigung betrachtet werden könnte, führt zum genauen Gegenteil. Jedoch trifft dieses Gefühl nur dann zu, wenn die Niederwerfung vor dem Schöpfer stattfindet, und nicht vor einem Menschen.
Sich selbst ständig makellos und perfekt zu betrachten, ist erschöpfend. Wenn man jedoch seine eigene Schwäche akzeptiert, kann man daraus Kraft schöpfen. In dem Moment, in dem der Mensch seine Schwäche wahrnimmt und sich vor dem Schöpfer niederwirft, seine Stirn den Boden berührt, offenbart er seine Hilflosigkeit. Mit dieser Verbeugung und Offenbarung, erlebt er jedoch keine Erniedrigung, sondern einen Aufstieg. Er legt sich selbst damit in die Hände des Barmherzigen Gottes und erhält durch seine Allmacht Größe in der Schwäche.
Laut Überlieferungen des Propheten Muhammed, ist der Mensch in der Position der Niederwerfung dem Schöpfer am Nächsten. So heißt es in einem Hadith: „Der Diener ist seinem Herrn in der Niederwerfung (im Gebet) am nächsten, also verrichtet oft die Bittgebete, während ihr euch niederwerft!“ (Muslim, Salat, 215, 482; Abu Dawud, Salat, 152, 875).
Wie Babys, die durch ihre Schwäche die Barmherzigkeit ihrer Eltern magnetisch anziehen, zieht der Mensch, der seine Schwäche durch die Niederwerfung offenbart, die Barmherzigkeit Gottes auf sich. Gottes Gnade erhalten wir also, weil wir unendlich schwach und Er unendlich barmherzig ist.
Unsere unendliche Schwäche gilt aber nur in der Stillung unserer Bedürfnisse. Da ist der Mensch ein höchst schwaches Wesen. In Bezug auf seine Position innerhalb der Schöpfung, kann er jedoch als Stellvertreter Gottes auf Erden (khalifa) zur wichtigsten Frucht der Schöpfung erlangen, wenn er eben seine eigene Schwäche wahrnimmt und akzeptiert.
Dem Grad unserer Schwäche und Hilflosigkeit entsprechend, lässt Gott Seine Barmherzigkeit erscheinen, eilt uns zur Hilfe und wird somit für uns zur größten Hoffnung und zum stärksten Licht.
Gott, der uns sowieso näher ist als unsere eigene Schlagader (Koran, 50:16), ist uns also im Moment der Schwächeoffenbarung am nächsten. Im dem Er mit seiner Barmherzigkeit uns so nah ist, macht er den schwachen Menschen zu einem starken Menschen.
Dr. Cemil Şahinöz, Islamische Zeitung, Dezember 2022
Eingeordnet unter Deutsche Kolumne